http://bernakaya.com.tr/blog HER GÜN YENİDEN BAŞLARIM... Tue, 22 Jun 2021 18:27:50 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.7.2 http://bernakaya.com.tr/blog/wp-content/uploads/2021/06/cropped-cropped-cropped-inbound85871325-1-32x32.jpg http://bernakaya.com.tr/blog 32 32 Dr.Levent Buda http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/dr-levent-buda/ http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/dr-levent-buda/#respond Sun, 06 Jun 2021 23:47:21 +0000 http://bernakaya.com.tr/blog/?p=228 “Tıbbın Alternatifi Yoktur.”

Levent Buda kimdir?

Öncelikle bir hekimim, ardından da aldığım eğitimin sonucu olarak homeopatım. 1991 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldum. Bir süre klasik hekimlik yaptım. Daha sonra Almanya’da önce temel Homeopati, sonra da homeopati için eğitici eğitimi aldım. Süreç içerisinde diğer yaptığım işler eklendi. Şu an yayınlanmış homeopati ile ilgili iki kitabım mevcut ve profesyonel konuşmacılık yapıyorum. Evliyim ve bir oğlum var.

Homeopati konusunu uzun uzun konuşacağız tabii. Ama öncelikle sizinle modern tıbbın patolojiye ya da hastalığa bakışını konuşalım isterseniz. Zira modern tıbbın hastalığı tanımlamasına ve de hastalığa yaklaşımına itirazlarınızın olduğunu düşünmek zor değil. Bu itirazlarınızı kısaca açar mısınız?

Bence çok güzel bir soru. Çünkü modern tıbbın baktığı anlamda hastalığı ele alırsak bütünsel bir yaklaşım olan homeopati ile hastayı iyileştiremeyiz. Hastalık bize göre modern tıbbın baktığı gibi herhangi bir zaman dilimi içerisinde başımıza rastlantısal olarak gelen bir durum değildir. O yüzden de sadece hastalığın ve ona bağlı gelişen patolojinin geliştiği organın iyileştirilmesine yönelik olmamalıdır. Birey bölünemeyeceği gibi (aslında İngilizce karşılığına bakacak olursak individual da bölünemez anlamına gelir.) hastalığı da bölünemez ve bölünerek tedavi edilemez. O yüzden hekim de sadece bir organın doktoru olamaz, bölünemez bireyin doktoru olabilir.

Peki hastalık nasıl oluşuyor derseniz, bunu açıklamak oldukça teferruatlı ve uzun bir konu olsa da, kısaca bakış açımızı özetlemek bana keyif verecektir. Hastalık bize ailesel yatkınlıklarımız üzerinden yaşadıklarımızın sonucu olarak gelen bir durumdur. Yerleşim yeri bilinçtedir ve oluştuktan sonra zihin ve fizik bedende şikayetler ortaya çıkarır. Oluşan şikayetler aslında bizi bir dost gibi uyararak bilinçteki hastalığı iyileştirmemiz için zorlar. Bu anlamda şikayetler gerçekten katlanılması zor bir dürüstlük sergilerler. Zira ağrıya ya da başka bir şikayete dayanmak oldukça zorlayıcıdır. Ancak onlara bir dost gözü ile bakarsak gerçek hastalığı keşfetmek ve onu sağlığa dönüştürmek mümkün olacaktır.

Günümüzde ömür boyu bazı ilaçları kullanmak ile tedavi olmak arasında nasıl bir ilişki kuruyorsunuz? İlaçlara mahkum insanlara tedavi oluyorlar gözüyle bakıyor musunuz?

Şimdi gerçekten iyi hazırlanmış bir röportaj kurgusu içerisindeyim. Homeopatinin bakış açısını özetlemek adına gelen bu sorular beni çok mutlu ediyor.

Eğer bize bir hastalık gelmişse ve onu kontrol altında tutmak için ömür boyu ilaç kullanmak zorunda isek, o halde o hastalık gerçekten iyileşmiş midir, diye sormak isterim. Bence gerçekten iyileşmemiştir. Sadece bize daha fazla zarar vermemesi için kontrol altında tutulmaya çalışılıyordur. Yanlış mıdır? Hayır, değildir. Eğer yapabileceğimiz, sadece bu ile sınırlı ise bunu uygulamaktan başka çaremiz yoktur. Ancak bu sadece belki de hastalığın şikayetlerini baskılamak ve belki de ilerlemesini yavaşlatmaktır. Gerçekten hastalığı iyileştirmek istiyorsak yapmamız gereken hastalığın köküne ve kökenine inmek ve onu keşfedip düzeltmek olmalıdır. Ancak ondan sonra hastalıktan sağlığa evrilmek mümkün olacaktır. Gerçek iyileşme budur ve bu anlamda şikayetler de bize verilmiş kapütülasyonlardır.

Tıpta alternatif tedavilere yönelme ve kurumsallaşma konusunda örneğin Batı Ülkeleri aramızda ne gibi farklılıklar var?

Kurumsallaşma konusunda bence çok büyük farklar yok. Bizim ülkemizde de meslek örgütleri ve dernekler her iyileşme modalitesi için yeteri kadar var ve kurumsal. Yasal süreç de tam anlamı ile tamamlanmış durumda. Hatta yasanın pek çok ülkeden daha iyi olduğunu söyleyebilirim.

Ancak alternatif kelimesini ben çok sevmiyorum. Çünkü tıbbın alternatifi yoktur. Tıp genel ve bütün olarak hastalığı, yani hasta insanı iyileştirmeyi hedeflemiş bir meslektir ve bunun içerisinde farklı iyileştirme yolları vardır. Önemli olan bu iyileştirme yöntemlerinin farkında olmak ve hasta için uygun olduğu dönemde uygun bir şekilde tedavi yolu içerisine entegre etmektir. Burada en önemli olan hastayı tanımaktır ve bunu sağlamak için de hastaya hak ettiği zamanı vermek esastır.

İsterseniz şimdi ”homeopati” konusuna gelebiliriz. Bu kavramı nasıl anlamamız gerekir?

Homeopati iki yunanca sözcüğün birleşiminden oluşuyor. Benzer ve patoloji kelimelerinin birleşiminden oluşan bu kelime aslında homeopatinin temel iyileşme prensibi olan “Benzerlik Fenomenine” vurgu yapıyor. Şimdi ne diyecekseniz bu. Sağlıklı insanda hastalık oluşturan bir madde, benzer hastalığı olan bir hastada denemenin yapıldığı dozlardan çok daha düşük dozlarda iyileşmeye neden oluyor demek. Örnekleyecek olursak günde 5-6 fincan kahve içen birisinde çarpıntı, kolay uyarılabilirlik, uykusuzluk, irritabilite ve endişe gibi bulgular görülebilir. Bu bulguları içinde barındırabilen panik bozukluğunda kahveden yapılmış homeopatik ilaç iyileşme sağlayacaktır.

Her durum ve hastalığın doğa içerisinde bir karşılığı olduğu düşüncesi ile homeopatide ilaçlar doğadan ve doğal maddelerden elde ediliyor. Bu yüzden de ilaçlarımızın %75 kaynağı bitkiler, geri kalan kaynağın çoğunluğu da mineraller vb. 

Homeopati ile her hastalığın iyileştirilmesi mümkün mü? İstisna alanlar var mı?

Yöntem teorik olarak %100 başarılı. Ancak her yöntemde olduğu gibi pratikte bu başarıyı sağlamak mümkün değil. Ancak benim kişisel başarımı soracak olursanız %70-80 civarında iyi sonuçlar aldığıma dair geri bildirimleri hastalarımda alıyorum. Bu da beni mutlu bir hekim yapıyor.

Türkiye’de genel olarak halkın tamamlayıcı tıbba ilgisi var. Homeopati kavramına ya da yaklaşımına halkın ilgisi nasıl?

Türkiye’de son 10-15 yılda gelişen bir yöntem olan homeopati için ilgi oldukça iyi. Özellikle entelektüel seviyesi yüksek kimseler tarafından oldukça ilgi ile karşılanıyor. Bir ortama girdiğim zaman eskiden ne olduğunu sorarlardı. Günümüzde ise bana gayet bilgili ve düşünülmüş sorular geliyor. Bu da beni çok memnun ediyor. Ayrıca kitapçılarda yayınlanmış iki kitabım bulunuyor ve bu kitapların yeni gelişmekte olan bir yöntem için beklentimizin oldukça üzerinde.

Modern tıbbın kendi dışındaki yaklaşımları karşı oldukça sert olduğu, deyim yerinde ise onları kabul etmediği biliniyor. Modern tıp çevrelerinden bu konunun muhatapları olarak nasıl bir yaklaşım görüyorsunuz? İyi niyetliler mi, mesela?

İşte bu anlamda tam da son söylediğiniz oldukça önemli. Yani niyet. Genel olarak beni bilen ve tanıyan meslektaşlarım, önyargısız yaklaştıkları için yakın meslek çevremde çok sorun yaşamıyorum. Ancak tabii ki önyargı ya da başka sebeplerle oluşan niyetlerle yaklaşan meslektaşlarım var. Burada önemli olan homeopatinin dünyada bulan kişi kabul edilen Hahnemann’ın kendine edindiği düstur üzerinden ben de hekim arkadaşlarıma tavsiyede bulunuyorum. “Auda Sapere” yani aklının götürdüğü yere git. Aklımız olduğuna ve bilgilere günümüzde bir akıllı ekran ile ulaşabildiğimize göre muhakeme yeteneğimizi kullanarak bir senteze ulaşmak mümkün. Üstelik modern tıbbın en geniş kütüphanesi olan PubMed’de de oldukça geniş bir yayın portföyü varken, aklımızın götürdüğü yere gitmemek imkansız. Üstelik biz bu yayınları okuyup anlamak üzere eğitilmişken.

Bir de ilaç konusu var. Homeopati ilaçları konusunda Türkiye nasıl bir noktada? İlaç yapımı konusunda sorunlar neler?

Şu anda homeopatik ürünlerin yani ilaçların hazırlanması, üretimi, satışı, ithalat ve ihracatı gibi konular ile ilgili yönetmelik taslağı hazır, ekleri hazırlanıyor. Bittikten sonra yayınlanacak ve üretici firmalar da ruhsat işlemlerini tamamladıktan sonra ürünler eczanelerde satışa çıkacak. Biz de şu an yaşadığımız sorunlardan sıyrılacağız.

Modern tıbbın dev ilaç şirketleri yıllık bazda dünyada milyar dolarlık cirolar yapıyorlar. Onlarla mücadele etmek çok kolay olmasa gerek, ne dersiniz?

Bence homeopatinin böyle bir çabası yok. Zira böyle bir rekabete de gerek yok. Evrensel hasta hakları hastaya hekim ve tedavi seçme hakkı veriyor. Bu hak çerçevesinde de bütün iyileştirme modalitelerinin önü açılmalı ve hastalara bu imkanlar sunulmalı. Ama bunun bir sınırı da olmalı. Bu sınır da bilimsellik ve etik ile belirlenmeli. Bilimsel deliller olmadan, tecrübeler değerlendirilmeden yapılacak her durum hastaya zarar verebilir. Bu yüzden hastalarda bu anlamda dikkat kesilmeli ve bir tedavi alacaklarsa öncelikle hekimlere başvurmalıdırlar. Hekim olmayan uygulayıcılar hem bütün yöntemlere, hem de maalesef hastalara iyi niyetli bile olsalar zarar verebilirler.

Ayrıca bu arada homeopatinin Avrupa Birliği’nde genel olarak uygulanma oranı %58dir. ABD Kanada ve Güney Amerika’da bu oran %35ler seviyesinde seyrederken, Hindistanda %60 lara çıktığı bölgeler mevcuttur.  

Homeopati ilaçlarını yan etkileri konusunda neler söylemek istersiniz. Çünkü yan etki konusu insan sağlığını tehdit edebiliyor çoğu zaman.  

Güzel bir soru. Bence de tedavi için en önemli kıstaslardan birisi yan etkiler. 29 yıllık meslek hayatım boyunca edindiğim bilgiler ve tecrübeler ışığında, iyilik haline geçişi destekleyen yöntemler içinde en yumuşağı homeopatidir, diyebilirim. Yaklaşık 220 yıllık tarihi boyunca homeopati yayınlarının hiç birisinde yan etkiye dair bir kavramdan bahsedilmemiştir. Hamilelik sırasında kullanımında bebek kaybı ve bebekte anormalliklere neden olmaz. Bu yüzden homeopati bu anlamda çok güvenilir bir yöntemdir.

]]>
http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/dr-levent-buda/feed/ 0
Sezer Alemdar http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/sezer-alemdar/ http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/sezer-alemdar/#respond Sun, 06 Jun 2021 23:26:45 +0000 http://bernakaya.com.tr/blog/?p=222

“Terk Edilmişlik Hikayelerine Yaşam Veren Adam

Yeni Türkü müzik grubunun basgitaristi ve Diorama sanatçısı Sezer ALEMDAR 

Okurlarımız için önce sizi biraz tanıyalım?

Merhaba, Ben Sezer Alemdar. 36 yaşındayım ve İstanbulda yaşıyorum. Profesyonel olarak müzik ve diorama ile ilgili işler yapıyorum. 

2002 yılından beri Yeni Türkü grubundayım. Grubun tüm teknik işleri ile ilgileniyorum, 2010 yılından bu yana da bas gitar icracısı olarak gruba sahnede eşlik ediyorum. 

Bunun dışında 2017 yılından beri diorama ve maketlerle ilgileniyorum, İstanbul Beşiktaş’da bulunan Ground Diorama Stüdyosunun sahibiyim. 

Peki nedir Diorama?
Diorama; (CANLANDIRMA ) genel olarak bir anın ölçekli modellenmesidir.

Belli bir ölçeğe bağlı modelleri kullanarak tarihte veya insanın kendi hayal gücüne dayanarak oluşturduğu 3 boyutlu çalışmadır , bir sahne gibidir

Diorama ve Maketlere ilginiz nasıl başladı?

Aslında bu bir süreçti. Marangozluk yapmak istiyordum ama şehir yaşamında hobi olarak marangozluk yapmak çok mümkün bir durum değil.

Yaşadığım alan ve şartların çerçevesinde yapmak istediklerimin minyatürlerini yapabileceğimi anladım. Objeler ve sonrasında evler ve başka şeyler yapmaya başladım. 

Hepsi birleştirdiklerinde ise bakmaktan mutluluk duyduğum terk edilmişlik hikayeleri oluşmaya başladı. 

Maketlere ilgim, hikayelerde kullanmak istediğim ama yapması çok mümkün olmayan bazı objelere ihtiyaç duymamla başladı diyebilirim.

Diorama Maketlerle uğraşmak hayatınızda nasıl bir boşluğu doldurdu?

Diorama ve Maketlerle uğraşmak hayatımda bir boşluğu doldurmaktan ziyade yeni bir alan açtı aslında. 

Yaratıcı ve üretici olmak, insanların kendilerine ayırmaları gereken zamanları ifade ediyor benim için. Durum böyle olunca kendinize ayırmanız gereken zaman içinde ürettiklerinizi insanlarla paylaşmak başka bazı güdüleri besliyor ve sonuçta bu bir zincir olarak devam ediyor. 

Yani hayatınızda sizi rahatsız edebilecek tüm boşlukları yok edip yeni alanlar açmak olarak görüyorum durumu. 

Bu uğraşı size hayatınızda neler kazandırdı?

Öncelikle bakış açısı konusunda köklü değişikler yaşadım. 

Her şeyi birbirine benzetmek ve varolan dışında nasıl kullanılacağını bulmakla ilgili yeni bir durum gelişti. 

Eğlenceli ve insanı dinlendiren bir durum. 

Sabretmekle ile ilgili olarak da hayatımda daha büyük gelişimler oldu denebilir çünkü sabrın çok kıymetli olduğu bir iş.

İsteyip de bir şeyin maketini yapamadığınız oldu mu?

Evet başlayıp vazgeçtiklerim oluyor, 

ama yapamamak sebepli değil. 

İyi bir fikir olmadığını karar verip rafa kaldırdığım işlerim var.

Şu anda yaptığınız bir Diorama yada maket var mı?

Evet aslında iki tane Bina üzerinde çalışıyorum. 

Biri İstanbul Abbasağa’ da diğeride Balat’ta olmak üzere terk edilmiş iki bina üzerinde çalışıyorum.

Bu alandaki en büyük hedefiniz ne?

İnsanların yaptıklarıma bakıp bazı şeyler hatırlamaları çok güzel bir durum benim için. 

İstediğim tek şey insanlara unuttukları ve hala unutmakta oldukları bazı şeyleri hatırlatmak. 

Dünya büyük bir yer ve çok fazla insan var.

Günümüzde o insanlara olduğunuz yerden ulaşmak 10 sene öncesine göre çok daha basit. Şartlar ve koşullar çok değişti. İnternet artık yadsınamaz bir gerçek. 

Bu yüzden yaptıklarımı maksimum insan ve yere ulaştırmak hedefim.  

Yaptıklarınızın içinde sizin için özel olan var mi? Neden? 

Sanırım özellikle şu diyebileceğim bir şey yok. Hepsi yapım ve üretim aşamalarında bana güzel zamanlar geçirten nesneler. 

Dinlenmek için kendinize ait özel alanlarınız var mı?

Evet bir stüdyom var. Tüm bunlar artık oradan çıkıyorlar. Kişisel rehabilitasyon merkezim denebilir aslında. 

Olan biteni merak edenler https://www.instagram.com/ground.diorama.studio adresinden takip edebilirler.

Toplumumuza baktığımızda hobilerin yeterince hayatlarımızda olmadığını görüyoruz. Sizce genel olarak bizim toplumumuz neden hobisi olamayan bireylerden oluşuyor?

Cevabı çok zor olmayan bir soru çünkü sosyal ve ekonomik şartlar insanları yani toplumda ki tüm canlıları aslında, çok zorluyor.

Kendilerine ayırmaları gereken zamanlarda yapmak zorunda kalınan çok fazla ekstra iş yükü durumu var hayatta ve gerçekten böyle bir yapı içinde hobilerle ilgilenmek belki de pek çok insana çok çekici gelmiyor. Sanırım bu ana sebeplerden biri. 

]]>
http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/sezer-alemdar/feed/ 0
Anthony De Baets http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/anthony-de-baets/ http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/anthony-de-baets/#respond Sun, 06 Jun 2021 23:09:59 +0000 http://bernakaya.com.tr/blog/?p=218 Merhaba, Benim adım Anthony De Baets
1984 yılında Dünyaya geldim
Yarı Belçikalı, yarı Fransız’ım
Evli ve iki çocuk babasıyım
Türkiye’ye 1988 yılında geldim
Ilk ayak bastığım yer İzmir/ Eski Foça oldu.
ilkokul ve ortaokulu Türkiye’de,
Lise ve üniversite eğitimimi ise Fransa’da tamamladım.
Hayatım boyunca 46 farklı ülkeyi gezdikten ve bir çoğunda yaşadıktan sonra, döndüm dolaştım 2009 yılında tekrardan Türkiye’ye yerleştim.
Şimdi ise sessiz ve huzurlu, İzmir’in yavaş kasabası olan Seferihisar bölgesinde ikamet edip çalışmalarımı orda devam ettirmekteyim

Eserleriniz oldukça etkileyici, nasıl karar verdiniz başlamaya?

Ailemde Ressam, Heykeltraş ve Müzisyenler var. Ben de küçüklüğümde hep bir şeyler çizmeye çabaladım ve yaşım ilerledikçe kendimi geliştirdim.
Hayatım boyunca hobi olarak karakalem ile çizimler karaladım. Nedense bir gün ansızın ilham geldi ve eşime döndüm ben artık bir tuvale çizmek istiyorum dedim ve denemeye karar verdim.
Bir koşu hemen bir tuval, bir kaç fırça ve bir kaç akrilik boya satın aldım ve hemen başladım.
Bu kadar zevk alacağımı hiç tahmin etmemiştim.

Resim yaparken kendinize özgü bir ritüeliniz var mı?

Evet var, Karanlıkta çalışmayı sevmiyorum her yerin aydınlık olmasını tercih ediyorum.
Bu yüzden gündüz bile olsa her yerin ışıl ışıl olmasına dikkat ediyorum. Tüm hazırlıklarımı yaptıktan sonra müziğimi açıp çalışmalarıma başlıyorum.

Resimleriniz de genelde neyi işliyorsunuz?

Genellikle soyut ve sürreal çalışmalar yapıyorum. Ancak bazı müşterilerim benden farklı çalışmalar isteyebiliyor.

Toplumsal olaylar  çalışmalarınız üzerinde belirleyici oluyor mu?

Hayır olmuyor.

Son dönemde özelikle yazan, çizen, üreten insanların politikayla, ülkede olup bitenlerle mesafesi ve bunu ifade ediş  biçimi çok konuşulur oldu. Bir ressam ne kadar politize olmalı sizce?
Bu soruya yazdığım bir şiirle cevap vermek isterdim. Ancak burada çok uygun olmayabilir. (Gülüşmeler)
Her insan gibi tabiiki benim de politik görüşüm var. Ancak bir ressam, bir sanatçı olarak bunları Ortaya koymak konusunda pek emin değilim.
Bunun Sebebi maalesef politika da aynı din gibi insanları ayrıştırıyor, onların aralarına duvarlar örüyor, onları yabancılaştırıyor.
Bu konularla ilgili kişisel fikrimi paylaşmayı çokta uygun görmüyorum.
Yalnız çok sevdiğim bir sözü paylaşmak isterim, Ne Mutlu Türküm Diyene.

En sevdiğiniz Ressamlar hangileri?
Benim aslında hayranlık duyduğum bir kaç sanatçı var.
Bunlar ;
Salvador Dali
René Magritte
Leonardo Da Vinci
Jackson Pollock

Sizin küçük çaplı da  olsa  bir koleksiyonunuz var mı?
Evet var, bunu kendime saklamak isterim.

Resim dışında hobileriniz ve ilgi alanlarınız neler?

Şiir ve güzel sözler yazıyorum, Spor olarak 20 yıldır japon dövüş sanatlarıyla uğraşıyorum.
Ayrıca, Yurtiçi ve yurtdışı Hotel, Bar ,cafe restorant,villa iç dekorasyonlarını tasarlıyorum, antika mobilyaları modernize edip tasarlıyorum ve Klasik otomobilleri restore ediyorum.

Bir ressam olarak geçiminizi rahatlıkla sağlayabiliyor musunuz?

Günümüzde Maalesef sadece ressamlık mesleği ile geçinmek çok zor. Türkiye’de Sanatçılar hiçbir kuruluştan destek yada yardım almıyor.
Çevrenizin çok geniş olması veya yüksek mevkilerden birilerini tanımanız gerekiyor.
Yanii şöyle Söyleyeyim  ya çok ünlü bir Curator (kuratör bir nevi menejer gibi ) sizi keşfedecek ve yardım elini uzatacak ya da bir sponsor bulacaksınız. Öbür türlü yeteneğiniz varsa bile ilk başlarda çok zorlanıyorsunuz. Kendi reklamınızı yapmak bile çok pahalı. Kendinizi tanıtmanız, çalışmalarınızı sergilemeniz bunların hepsi bir lüks.
Bu yüzden ressamlık haricinde başka gelir kapılarınızın da olması gerekiyor.
Ben de ressamlık haricinde başka işler yapıyorum ve her birinden büyük keyif alıyorum.
Yaptığım diğer işler, iç ve dış mekan tasarımı, Antika mobilya modernizasyon ve restorasyon ayrıca klasik otomobil restorasyonu.

Türkiye’de sanata olan bakış sizce nasıl yorumlanır?

Türkiye’de sanat anlayışı ne yazık ki çok zayıf, çoğu insan sanattan anlamıyor veya meraklı değil, çünkü ülkemizde yeteri kadar sanatı öğretmiyorlar ya da bu konuda teşvik yok.Devletimiz insanların sadece yeteneğine odaklanmamalı ve çocukluktan itibaren kişinin genel kültürünü, merakını geliştirmek için elinden geleni yapmalı.
“sanat” dediğinizde bir tabloya, bir heykele ya da bir esere baktığınızda öyle bir his olmalı ki, kişinin içinde fırtınalar kopmalı, aşk gibi, ihtiras gibi veya tango yapmayı bilmeseniz bile onu biliyormuşsunuz gibi hayal etmeniz ve başka bir hikayeden gelmişçesine yolun ucunda tango yapan biri gibi olmalısınız.
bunu hayal etmeniz bile sanatın parçasıdır.

Kafanızı boşaltmak, dinlenmek için neler yapıyorsunuz?

Yolculuk, benim için çok önemlidir.
Yurtiçi ya da yurtdışı hiç farketmez, uçağa yada arabaya bindigim zaman başka bir evrene gidiyormuşum gibi hissediyorum ve yeni tecrübeler kazanıyorum. Yeni kültürler, farklı mantaliteler ve hiç görmediğin rengarenk kişilikler, benim vazgeçilmez tutkumdur yolculuklar. Arkadaşlar, size bir tavsiye dünya o kadar büyük ki ve keşfedilcek o kadar güzel ve farklı yerler var ki… durmayın gidin gezin hep dört duvar arasında sıkışmayın.
Arada bir de spa merkezine gidiyorum eşimle beraber masaj hamam sauna gibi insan onca hayatın stresinden sonra buna ihtiyaç duyuyor.

Türkiye de bir sergide görebilecek miyiz sizi?  Öyle bir planınız var mı?

Evet yakın zamanda İzmir’de sergilerim olacak.

]]>
http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/anthony-de-baets/feed/ 0
12 NISANDA IZMIR DE HAYAT DURACAK, HAYAT MARATON OLACAK. http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/12-nisanda-izmir-de-hayat-duracak-hayat-maraton-olacak/ http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/12-nisanda-izmir-de-hayat-duracak-hayat-maraton-olacak/#respond Sun, 06 Jun 2021 22:55:09 +0000 http://bernakaya.com.tr/blog/?p=214 İzmir Büyükşehir Belediyesi Gençlik ve Spor Kulübü Başkanı Ersan ODAMAN ile 12 Nisan 2020 tarihin de gerçekleşecek Uluslararası İzmir Maratonunu konuştuk.

Okurlarımıza kendinizi kısaca tanıtır mısınız?

1966 yılında İzmir ‘de doğdum. İlk öğretimimi, Güzelyalı Mehmet Akif Ersoy ilkokulunda tamamladım.Daha sonra ortaokul ve liseyi Bornova Anadolu Lisesinde bitirdim. 1991 yılında da 9 Eylül Üniversitesi mimarlık fakültesi şehir planlaması bölümünden mezun oldum. Mezuniyet tezim, 1991 yılında 2008 İstanbul olimpiyatları üzerineydi.  Bu süre zarfın da profesyonel sporculuk hayatım oldu.  Okul yıllarından beri voleybolla ilgileniyorum. İlk okulda, önce spora yüzme ile başladım daha sonra atletizm, basketbol en sonunda da voleybola geçtim. Orta okul ikinci sınıftan itibaren voleybol ile iç içeyim.  Lise ikinci sınıf ve lise üçüncü sınıfta Bornova Anadolu lisesi olarak Türkiye Şampiyonu olduk.  Ve Berlin ‘de Avrupa gençlik olimpiyatlarına katıldık. Daha sonra ilk kulüp olarak İzmir sporda başladım.  Karşıyaka’ya transfer oldum. Karşıyaka’nın süper lige çıktığı kadrosundaydım.  Daha sonra ağır bir hastalık geçirdiğim için voleybolu bırakmak zorunda kaldım.  Sonrasında kendi işimizi kurduk. Eşim mimar Pınar Odaman’la beraber Dekart mimarlık firmasını kurduk.  Sporla daha sonra Bornova Anadolu Lisesiyle yine bir araya geldim. Eğitim vakfının mütevelli heyeti üyesiyim.  2004 yılında Bornova Anadolu Lisesi spor kulübünün yönetimin kurulu üyeliğini yaptım.  İki yıl sonrasında da yönetim kurulu başkanlığını devir aldım.  Sıfırdan bir kulübü şu anda Efeler ligi diye tabir edilen Voleybolun en üst seviyesine taşıdık. Ve bir sezon orada mücadele ettik.  14 yıl boyunca bir spor yöneticiliği deneyimim de oldu.  Buradaki başarılı çalışmalarımız takdir edilmiş olmalı ki daha sonra İzmir Büyük Şehir Belediyesi spor kulübü için bir teklif geldi Tunç Soyer başkanımızdan.  Tabii biz Tunç Soyer Başkanımızla okuldaş olduğumuzdan ve abimiz olduğundan dolayı böyle bir görevi gururla kabul ettim.  
Şu sıralar yoğun bir gündeminizin olduğunu biliyoruz. Temponuzdan bahseder misiniz? Yakın gelecekte ne gibi projelerin içindesiniz?

Biz 2 Ağustos tarihin de yönetime geldik. 2 Ağustos tarihin de yönetime gelmemizle birlikte bir çok organizasyonun için de bulduk kendimizi. Burası yaşayan bir mekanizma sonuçta, 40 yakın spor branşında, 900 Lisanslı sporcusu, 35 bin tane spor okulu öğrencisiyle büyük bir aile İzmir Büyük Şehir Belediyesi spor kulübü. Onun için iş bitmiyor.  2 Ağustostan yıl sonuna kadar 13 tane organizasyona imza attık. Bunların başlıcası Balkan plaj voleybol Turnuvasıydı.  O çok iyi bir turnuva oldu. Bostanlı’da gerçekleştirdik.  Onun karşılığında 2020-2021 de de Avrupa şampiyonasını aldık.  Bostanlı’da tekrar yapılacak.  Yelken ve su sporlarıyla ilgili İzmir Büyük Şehir Belediyesi de herhangi bir çalışma yoktu. Onunla ilgili çalışmaları başlattık.  İnciraltın’da bir tesis açtık.  Yani burada 7gün, 24 saat iş var diyebilirim.

Uluslararası İzmir Maratonu için çalışmalar nasıl gidiyor? Bu dev organizasyon hakkında biraz daha detaylı bilgi alabilir miyiz?
Biz gelirken kendimize bir program yapmıştık. Bu programın içinde İzmir’in bir marka şehir olarak tüm dünya da anılması bakımından, adıyla özdeş bir maratonun olması gerektiğini düşündük Tunç Başkanımızla birlikte.  Böylelikle geldiğimizden itibaren onun çalışmalarına başladık. Şuan çok kısa bir zamanımız var. Ama istiyoruz ki bunu biran evvel gerçekleştirelim ve önümüzdeki dönemlerde de bunu büyüterek Türkiye’nin en büyük maratonu haline getirelim. Bununla ilgili çalışmalarımız da yoğun bir biçimde devam ediyor. Tarihimiz 12 Nisan 2020.   Tunç Soyer başkanımızla İzmir Büyük Şehir belediyesi spor kulübü olarak bambaşka bir ruha büründük. Biz artık organizasyon yapan, sporuyla aktif, İzmir’imizin tüm halkına değmeye çalışan bir spor kulübü olarak varız.  Bunu daha da geliştirmek istiyoruz.    En büyük hedefimiz de dediğim gibi halkın tüm kesimine hitap etmek. Maraton İzmir ı yapmaktaki sebebimiz de sadece maraton olarak düşünülmemeli. Maraton İzmir hem sosyal bir aktivite olacak hem de 4 gün boyunca devam eden bir organizasyon olacak.  Maratonun öncesinde 3 gün fuarı etkinlik alanı ve aktivasyon alanı olarak kullanacağız.  Burada bir spor fuarı gerçekleştireceğiz. İzmir de ki tüm bireyleri bu alana davet etmeye çalışacağız.  12 Nisan da 20 bin civarında bir koşucu kitlesi yaratmak istiyoruz.  Kısacası, 12 Nisan da sabahtan akşama kadar İzmir de hayat duracak, Hayat maraton olacak.

İzmir Büyükşehir Belediyesine bağlı spor faaliyetleri, branşlar ve sporcu sayısı hakkında bilgi alabilir miyiz?
Şuan da 39 branşta faaliyet gösteriyoruz.  900 lisanslı sporcumuz var. Dediğim gibi 35 bine yakın spor okullarında öğrencimiz var.  12 tane tesisimiz de faaliyet var.  Bu tesis sayısını artırmaya çalışıyoruz
Sporcularımızdan bir çoğu, özellikle ferdi branşlarda Avrupa şampiyonu ve Dünya şampiyonu.

İzmir’in potansiyeli düşünüldüğünde bu potansiyel Türk sporuna yeterince yansıyor mu? Neden?
Hayır tabii ki yansımıyor. Maalesef daha önceki dönemlerde İzmir sporuna gerekli öncelik verilmemiş diye düşünüyorum.  Tunç Soyer başkanımızın kendi sporcu kimliği ve spora farklı bakış acısıyla bunun daha da yükseleceğini umut ediyoruz.  Ve onun için çalışıyoruz. İzmir’in çok büyük bir potansiyeli var.  Şuan da atıl durumda ama onu yükselteceğiz.  
Size göre örnek bir sporcu tarifi yapar mısınız? Hangi özellikleri ağır basmalı?
Sevgili Ulu Önder Atatürk’ün söylediği gibi “ Ben sporcunun zeki, çevik, Ahlaklısını severim. “  Öncelikle Ahlaklı olmalı bir sporcu. Maalesef günümüz dünyasın da bu değerler biraz geri planda kalıyor.  Bizim öncelikli Fair -play ruhunu taşıyan, zeki aynı zamanda sporunda ruhunu içinde barındıran sporcular kıymetli.

Bugüne kadar pek çok sporcu gördünüz, onlarla çalışma fırsatı buldunuz onlara katkı sundunuz… Başarılı sporcuların ortak karakteristikleri neler sizce?
Öncelikle hedefe kilitlenmek, ne istediğini bilmek ve onun için savaşmak en büyük özellik.  O hedefi doğru koyduğunuz anda ve o hedef için çalıştığınızda mutlaka o hedefe ulaşıyorsunuz.  Tabii bunun alt yapısı siz de mevcutsa. Dediğim gibi en büyük unsur hedef odaklı olmak

1991 Dokuz Eylül Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Şehir Planlama Bölümü mezunusunuz. Lisans tezinizi İstanbul Olimpiyatları üzerine yaptınız. Ülkemizdeki olimpik ruhu nasıl değerlendiriyorsunuz. Bu ruh yeterince spora yansıyor mu?
1991 yılında 2008 olimpiyatlarını yazdım. Bunu yazarken gördüm ki Türkiye olsun, İstanbul olsun,  olimpiyatlara hazır değil.  Bizim olimpiyat yapma gibi bir hedefimiz olamaz diye düşünüyorum.  Yanı hedef belki olabilir ama şuan için gerçekleştiremeyiz gibi düşünüyorum.  Neden yapamayız? Çünkü Türkiye de gelişmiş bir spor kültürü yok. İnsanlarımıza önce düzenli spor yaptırmanız lazım. Maç izleyebilir hale getirmemiz, onları bilgilendirmemiz lazım. Onlar da maçları izlerken gerçekten kurallarına göre izleyip onunla ilgili bilgileri olması gerekiyor. Avmler den kurtulup hafta sonları spor yapmaları gerekiyor.  Yani bu     spor kültürü olmadan Türkiye de olimpiyat olması mümkün değil.

Futbolun Türk sporunun üzerine bir blokaj oluşturduğunu düşünüyor musunuz? Bu blokaj sizce nasıl kalkar?

Yani, yari yarıya diyelim. Şöyle; futbol olmazsa olmaz.  Futbol, dünya da artık kabul gören, kendi endüstrisini yaratmış, bir sektör haline gelmiş bir spor.   Tabii ki futbol un daha da ilerlemesi spor acısından daha iyi olacaktır. Ama bunun amatör kısmınıda iyi değerlendirmek lazım. Futbol federasyonunun bu konuya da eğilmesi gerektiğini düşünüyorum. 

Sporun yaşamımızın içinde daha çok var olabilmesi için bireyler ne yapmalı, nasıl bir mental dönüşüm geçirmelidir?
Öncelikle, okullarda spor saatlerinin daha fazlalaşmasını temenni ediyorum. Biz hepimiz okuldan sporcu yetiştik. Maalesef şu anki sistemde okuldan sporcu değil,  kulüpten sporcu yetişiyor. Kulüpten sporcu yetişmeside büyük kitlelere ulaşamama gibi bir sorunla karşı karşıya bırakıyor.  Onun için mutlaka okuldan bir eğitim alınması gerekir.  

Sizin hobi olarak yaptığınız bir spor var mı?

Ben vinsorf yapıyorum. Arada zaman bulduğumda tenis oynuyorum. Onun dışında her gün yürüyüş yapmaya çalışıyorum.

]]>
http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/12-nisanda-izmir-de-hayat-duracak-hayat-maraton-olacak/feed/ 0
Mitera 1905 http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/mitera-1905/ http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/mitera-1905/#respond Sun, 06 Jun 2021 22:25:26 +0000 http://bernakaya.com.tr/blog/?p=208 112 YILLIK BU RUM EVİNİN ANLATACAĞI ÇOK HİKAYE VAR..

“Hani en güvenilir bildiğimiz gemiler bir sabah kaybolup gider, bilirsiniz işte. Bazılarınında halatını biz çözeriz uzaklaşsın diye.”

Uzun soluklu bir restorasyon sonrası dönüşen Mitera 1905. Konuklarını geçmiş ve bugünle buluşturuyor .

“Hayal edin ve yaşamınız hayallerinizin rengine boyansın”

mottosuyla bu tarihi Rum evinin yeniden hayata döndüren, bizlere ve Urla’ya armağan eden Mehtap hanımla Megalife okurları için unutulmaz bir röportaj gerçekleştirdik.

Okurlarımız için sizi biraz tanıyalım?

Mehtap Süner Susuzlu, 1967 yılında Izmir de doğdum. Mübadil bir ailenin dördüncü kuşak torunuyum. Ege üniversitesi kimya mühendisliği bölümü mezunuyum. Evliyim. İki tane çok özel kızım var. Biri 32 yaşında Psikolog akademisyen. Diğer kızım ise işletme üzerine yüksek lisans yaptı. Bir tane de torunum var. Kızlarım bu hikayenin gerçekten arkasında durdular. Beni her konuda desteklediler.  “Yazmanın Kanamak ” olduğunu ben ilk kez kızımdan duydum.  “Yazmak kanamaktır ” anne sen kanayarak var olacaksın ” dedi . Ve beni yazmaya ikna etti. “Şimdi Evimdeyim” adlı kitabımı yazdım. Mitera 1905 in öyküsü ise bir hasret öyküsüdür.  Bu evi oluşturmamdaki gayem, hiçbir zaman yeniden var olmayacağını ve tekrarlanmayacağını iyi bildiğim bir masumiyet duygusu arayışına girdim. Ve kendime bir dünya yaratmaya çalıştım. Tabii ki bu dünyayı yaratırken de geldiğim o çok kültürlü ailenin derin vizyonunuda arkama aldım.  Ben burada gelen konuklarımıza şunu diyorum ” Bu kapıdan girdiğiniz an, kaybolmuş bir dünyayı, 1920 leri yaşamaya hoş geldiniz. Eğer benimle bu ütopik dünya ya katılmaya hazırsanız kapımız her zaman sizlere açık . 

“Mitera 1905” in anlamı nedir? 

Mitera; anne,  biraz da annenin daha saygın haliyle valide anlamına geliyor. Benim babamda annesine “Mitera” derdi. O yüzden benim bu günlere gelmemde çok emeği olan annem adına burayı hazırladım.  Ayrıca burası tüm annelere armağandır. 1905 e gelince, bu binanın yapımı 1901 de başlayıp 1905 de bitmiştir.  Bu ev kuyumcu bir beyin, eşi Monalis e hazırladığı bir evdir. Monalis çok şık bir kadınmış bu sokaklarda dolaşan. Hatta bu evden çıktığında tüm sokağın sesini nefesini tuttuğu bir kadın. Bu kadın bir gecede 1924 yılında ocağın altını kapatıyor ve bu evi terk ediyor. Ve ev kendi kaderine terk ediliyor. Bu hikaye beni oldukça etkiledi. Benim köklerimlede çok güzel buluşan bir hikayesi var. Çünkü benim ailemde bir gecede evlerini terk edip başka topraklara göçmek zorunda kalmışlar.  Ben de bu benzer yaşanmışlıkla birlikte bu evde onları yaşatmaya karar verdim. 

Logodaki kadının bir öyküsü var mı? 

Logodaki kadın, birebir annemin yüzünden çalışıldı. Marka tescilinde bir fotoğrafını aldık. Onu bilgisayar ortamında hazırladık.  Sevgili annemin fotoğrafı, buranın tarihi 1905 le birleşti ve böyle bir logo çıktı ortaya. 

Yaptığınız yemekler ve o yemekleri sunduğunuz bu özel mekanın sizin için bir işin dışında bir anlamı var mı?

Yemek dünya ile kurduğumuz ilişkidir. Üstelik en güçlülerinden.  Sadece ve tek başına besin tüketmenin bir aracı ve tarifi değildir.  Yemek hafızamızdır, düzenimizdir, birikimimizdir. Bir insanın yemek pişirme yolu ya da tükettiği besinler aslında bilinç altında bilmeden kendi yapısını tercüme ettiği bir dildir. Ben bu mutfağa girdiysem bu Rum mutfağına burada en çok altını çizmek istiyorsam demek ki kendi yapımı tercüme etmeye çalışıyorum.  Ayrıca mutfak aşkında mekanı. Ben burada gerçekten mevsiminde yemeklerle aşk yaşıyorum. 

Mekânınızı tercih eden insanların karakteristik özellikleri neler? Burayı tercih edenler nasıl bir profile sahip? 

Genelde okuyan, araştıran, tarihe meraklı, kaliteli bir ortamda belli bir kültürü en derinde yaşamak isteyen insanlar, bir de gastronomi üzerinden farkındalığı yüksek insanlar kapımızı çalıyor. Önce gelip müze gibi geziyorlar. Çok ilgilerini çekiyor. Önce çekiniyorlar oturmak için ama sonra bu sıcacık atmosferi hissetmeye başladıklarında rahatlıyorlar. Rezervasyonlada Öğlen yemekleri, akşam yemekleri yine bu mutfaktan eski Helen porselenlerle, gümüşlerle, kristallerle sunumlar yapıyoruz . Dediğim gibi kaybolmuş bir Dünya ya girmek isteyen o profil, Mitera 1905 de 

“Girit Mutfağı” bildiğimiz kadarıyla doğadaki bitkilerin bir bütünü. Peki, buradaki yemek çeşitlerinde neler var? Menüleriniz ve spesiyallerinizden söz eder misiniz

Menü henüz oluşturmadık. Ama Urla‘ da mevsiminde bulduğumuz en özel sebzeleri kullanıp tüm peynirlerimizi ve yağlarımızı Ayvalık’ tan getiriyoruz. Ayvalık çünkü benim çocukluğum. Ayvalık konusunda Israrcıyım. Peynirlerimiz, sepet lorları, Girit tulumu, beyaz peynir ve damla Sakızlı tarçınlı peynirlerimiz hepsi Ayvalık’ tan. 

Hangi yemeklerde iddialısınız? 

Ben burada ilk kez çikolata yaptım. Zeytinli çikolata yaptım. El Yapımı butik çikolatalar var. Mitera 1905 dediğimizde en başta Kaşık tatlıları, Likörler, çikolatalar, kişler, tartlar, damla Sakızlı karanfilli ekmek akla gelir.  Kahvaltı ve brunch ta bir Rum mutfağının kekleri, kurabiyeleri ve böreklerini sıralayabilirim.  Mutfağımız çok zengin. Sınırlamak mümkün değil. 

Peki, en çok tercih edilen yemekleriniz hangileri? 

En çok tercih edilen Stafino vardır. Arnide deriz biz . Arpacık soğanı, keçi veya Oğlak etiyle pişirilen bol tarçınlı bir güveç yemeğidir. Ayrıca perde pilavlar, iç pilavlar, damla Sakızlı peynir kızartması, baklavalı yufkaya sarılı karanfilli peynir … ( üzerine bal ve susam eklenerek servis ediliyor) 

İnsanlar burayı daha çok konaklamak için mi yoksa yemek için mi tercih ediyor? 

İkisi içinde geliyorlar. Yukarıda iki tane konsept odamız var. Tarihi yaşayıp, sabah müthiş lor kurabiyeleri kokusunda uyanmak çok hoşlarına gidiyor.  Bir de rezervasyonla kabul ettiğimiz yemek ve brunch için gelenler var.  

Mekânınızın olmazsa olmaz özelliği nedir? 

Kokular, tarçın, karanfil ve damla sakızı …

Restorasyon ve dekorasyon kime ait?

Tabii burası kendi kaderine bırakılmış harabe bir Rum eviydi. Dolasıyla çok ciddi bir restorasyona ihtiyacı vardı. Teknik anlamda, iç çizim, mimari anlamda bir mimarlık şirketinden destek aldık ve birlikte ilerledik. Onun dışında tamamen iç dekorasyon bana ait . Firma sadece binanın teknik anlamda ayağa kaldırılmasını sağladı. İki buçuk yıl süren bir emekle şuanki halini aldı. -Sizin özel mekanlarınız var mı? özel hayatınızda tercih ettiğiniz ..İstanbul’ da Bebek Mangerie bir de Balat’ da Forno bu iki mekanı çok seviyorum. -Ne tür mekanlardan hoşlanırsınız, mesela nasıl bi restoranda rahat edersiniz? Çok lüks Olması beni etkilemiyor. Kapıyı açan kişi ” Gülümsemeli ” Güler yüzlü insanların olduğu ve sıcacık bir ortamda rahat ederim
Bunca yoğunluğun arasında mesela okumaya zaman bulabiliyor musunuz?

Okumaya her zaman vaktim var. İnsan okumazsa yazamaz. Her gece 22 de köşeme çekildiğimde saat 01 e kadar kitabımı okuyorum ve sonra uyuyorum.

 En son hangi kitabı okudunuz?

Selim İleri ‘ nin Evimizin tek istakozu 
Kendinize özgü çok güzel aforizmalarınızın olduğunu biliyoruz..herkese lazım başucu niteliğinde üç aforizmanızı bizimle paylaşır mısınız?

Bir tanesi girişte de bahsettik, ” Hayal edin, yaşamınız hayallerinizin rengine boyansın. Buna çok inanıyorum. Bu aforizma benim için çok kıymetli. Çünkü herşey hayal etmekle başlıyor. 
” Eylem halinde iyi bir kalp, eser üretme hususunda ise iyi bir zeka temel niteliktir. 
” Sözcükler en uzun ömürlü malzemedir. ” 

“Mizah anlayışı insanın ilâhi tek özelliğidir. ” 

]]>
http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/mitera-1905/feed/ 0
David Şaboy http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/david-saboy/ http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/david-saboy/#respond Sun, 06 Jun 2021 21:15:17 +0000 http://bernakaya.com.tr/blog/?p=198 “Müzikle bir hikaye yazıyoruz.”

 İşini severek yapan, işinin hakkını veren, bu güne kadar bir çok isimle yurt içinde yurt dışında en iyi performanslara imza atan, başarılı, çalışkan, sıcakkanlı, samimi bir adam David Şaboy…

Ünlü ve başarılı DJ David Şaboy’ la  iş deneyimindeki ayrıntıları,  eğlenceye yön veren detayları konuştuk. 

Çok farklı bir mesleğiniz var… Siz mesleğiniz olaDJ’liği nasıl tanımlıyorsunuz?

Çok farklı bir meslek değil aslında. İlk başladığım zamanlarda daha farklıydı. O zaman bu kadar DJ yoktu. Bu yıllarda biraz daha popüler. Nasıl tanımlarsınız dediğinizde, iki şarkıyı birbirine geçirmek değil, o işin en kolay kısmı. Bence insanları eğlendirebildiğin sürece iyi bir DJ’sin. Önündeki topluluk her zaman farklılık gösterebiliyor.  Ben sürekli farklı yerlerde çalıyorum. Yurtdışına çok fazla gidiyorum.  Türkiye de bir sürü farklı yerlere gidiyorum.  Düğünde de çalıyorum, şirket kurumsal organizasyonlarda da, kulüplerde de çalıyorum. Mykonos’a da gidiyorum, Meksika’ya da, NY’a da gidiyorum.  Hepsi farklı kültürler. Evet müzik evrensel ama biraz da dediğim gibi önündeki topluluğun beklentileri hep farklı yönde oluyor. Gaziantep’ de çalıyorum. Oradaki kişi halay bekliyor. Mykonos’a gidiyorsun Deep House çalıyorsun, şirketlerde daha çok Türkçe çalıyorsun. Kulübe gidiyorsun daha çok yabancı çalıyorsun. Bana göre aslında Disk jokeylik daha çok karşındaki insanı tanımakla örtüşüyor. Geçiş yapmak şarkıları mix’lemek aslında işin en kolay kısmı ve  başta da söylediğim gibi onları eğlendirebildiğin sürece iyi bir Dj’sin.

Sizin gibi başarılı bir DJ’in nasıl bir ideali olabilir?

Her başarılı bir Dj’ in gönlünde yatan başarılı bir sanatçıya müzik yapmaktır. Ya da dünyadaki büyük festivallerde yer alıp çalmak ve  binlere, on binlere müzik yapmak.

Peki, kaç binlere müzik yapmak istersin ?

Valla 30 binlere yaptım, Ajda Pekkan konseriyle .Şimdi hedef 100 binleri bulsun. Yurt dışındaki festivallere inşallah …

Müzik seçimlerinizi neye göre yapıyorsunuz?

Müzik seçimlerimi gittiğim yere göre veya çalacağım yere göre yapıyorum. Öncesinde toplanıp koordinasyon toplantısı yapıyoruz. Onların beklentilerini öncelik alıyorum. Düğünlerde  bile fark ediyor; bazı düğünlerde hiç Türkçe çalmıyorum neredeyse.  Gecenin kaçta biteceğini çalacağın iki, üç şarkıda bile anlayabiliyorsun. Bazen iddiaya giriyoruz çalışan arkadaşlarla beraber. Topluluğu görüp ” bu gece iki ” diyoruz mesela …

İyi müzik kötü müzik ayrımı hakkında ne düşünüyorsunuz?

Herkesin beklentisi çok farklı bana iyi gelen sana kötü gelebilir, sana kötü gelen bana iyi gelebilir. O biraz da yaşadığın ortam, aldığın eğitim, kültürle, zevklerinin birleşimi ile alakalı. Hepsi bir bütünlük katıyor.  Sen yabancı müzikten hoşlanmazsın ama Türkçe müziğin içinde de arabesk var. Ben belki sevmem ama benim sevmiyor olmam kötü olduğu anlamına gelmez.  Daha çok kişinin  yaşanmışlıklarıyla alakalı  müzik seçimleri,   iyi veya kötü denemez.  Ben mesela Sezen Aksu dinlemem. Çünkü onun şarkıları daha çok hüzünlü, daha bir karamsar.  Tabii ki çok iyi bir müzisyen, çok iyi şarkıları var ve çalıyorum da . Ama kendi yaşamımda böyle depresif olmamaya çalışıyorum. Daha mutlu, daha enerjik, daha dinamik şeyler dinliyorum  bana göre de iyi Müziğin tanımı bu.

Dinlenmek, kafa dinlemek için müziksiz bir seçeneği tercih eder misiniz?

Dinlenmek için sesiz ortamları tercih ediyorum.  İşi eğlence olunca insan daha sakin olmayı tercih ediyor.  Eğlenmeye gittiğimde  arkadaşlar soruyor bazen “müzik nasıl? ” diye inan o an müziği dinlemiyorum, ne çaldığını hatırlamıyorum bile.  Ancak kötü bir şeyse  kulağıma takılıyor ister istemez.

Onun dışında arada sırada doğada yürüyüş yapmayı, sevdiğim dostlarımla kahve içmeyi seviyorum. Gazete okumayı, internetten ziyade o gazeteye dokunmayı seviyorum. Daha çok sesiz sakin kalmayı istiyorum.

Arabesk müzik dinler misiniz?

Arabesk müzik dinlemem. Dinleyene de saygım var.

Arabesk müzikte beğendiğiniz yorumcular kimler?

Müslüm Gürses ve Kibariye yi seviyorum.

Ruh halinize göre hangi durumlarda hangi tür müzikler ya da şarkıcıları dinlersiniz?

Ruh halime göre dinlerim tabii. Daha sakin veya daha hızlı şeyleri. Bazen de çalan müziğe göre de ruh haline girebiliyorum.  Ama dediğim gibi çok duygusal, acılı, arabesk, hüzün veren şeyleri dinlemiyorum.

Radyolarda çalışmakla bir mekanda DJ’likyapmak arasında fark var mı sizce?

Tabii ki var. Radyoda da çaldım. Radyo özgeçmişim var. Dört sene boyunca Metro FM de çalıştım. Radyonun ayrı bir büyüsü var. Orada tabii ki sizi dinleyen belki yüz binlerce, on binlerce insan var; gerçi onları görmüyorsunuz amaoranın ayrı bir enerjisi var. Yine de mekanlarda  DJ’lik yaparken o birebir aldığınız etki daha farklı onun hazzı daha bir güzel. Oranın enerjisini birebir alıyorsun ona göre yön verebiliyorsun.  İkisinin de farklı ve güzel enerjileri var .

Atmosfer, ya da mekan çalışma anında sizi nasıl etkiliyor? Ya da etkiliyor mu?

Etkiliyor. Bazen hiç bilmediğim yerlere de gidiyorum. Oradaki insanları tanımıyorsun. Gerçi yıllar geçtikçe onun da uzmanı oluyorsun. Özellikle biraz öncesinde gitmeyi oranın havasını  solumayı, insanları gözlemlemeyi tercih ediyorum. Kuliste çok fazla takılmıyorum Onlardan o enerjiyi alabilmek için oradaki insanları gözlemlemeyi seviyorum. Dediğim gibi onlarla aynı enerjiyi soluyabilirsen biraz daha olaya sen de dahil oluyorsun, onlar da sana dahil oluyor. Böylece güzel bir etkileşim yaşıyoruz.  Bazen kötü demeyeyim, keyif almadığım, sevmediğim yerler de çıkabiliyor.

Ben iyi bir müzik dinleyicisiyim diyen kişinin arşivinde hangi isimler ve da hangi albümler olmalı sizce?

Tabii bunu yabancı mı Türkçe  için mi önce ayırmak lazım. Yabancıysa bana göre; klasiklerden (eskilerden)  Michael  Jackson, George Benson olmalı.  Tabii onları da dinlemiyorsa  kötü müzik dinleyicisi midir ? Tabii ki değil. Herkesin farklı zevkleri var.  En azından o müziğin  geldiği yerlerdeki o eski sound’ları da bilmeliler. Çünkü günümüz çok daha farklı.  Eskiden stüdyo albümleri, kayıt albümleri hep canlı çalınıyordu (ben organik diye tabir ediyorum). Şimdi artık çoğu şey elektroniğe, dijital sistemlere dönüştü. Evet, yine canlı çalınıyor, yapılıyor ama   biz de yaparken, dijital, yeni teknoloji  nimetlerinden faydalanıyoruz. Tabii ki o doğal dokusu gidiyor. İyi müzik dinleyicisinin   o eski kalitede, o eski stüdyo albümleri olan  sanatçıları, müzisyenleri alıp dinleyip buralara gelmiş olması, eskiyle yeniyi harmanlaması lazım.

Müziksiz bir hayatı anlatmaya çalışsanız nasıl anlatırdınız?

Bomboş bir dünya olurdu. Müzik yaşamımızın her yerinde var. Spor yapıyorsun müzik, yemek yiyorsun müzik, duygulanıyorsun müzik…

Zaman zaman ünlü şarkıcılarla da çalışıyorsunuz. Onlarla çalışmak nasıl? Kaprisleriyle baş etme konusunda zorlanıyor musunuz?

Onlarla çalışmak güzel. Onların da kattığı bir çok  şey var. Çalmak  yetmiyor günümüzde, biraz prodüksiyon da yapmak gerekiyor. Onların iş disiplininden, iş deneyimlerinden faydalanıyorum. Bu da müziğine yansıyor, etkiliyor. Müzik yaparkende, çalarken de etkileniyoruz . Belki onlarda bizden etkileniyorlardır. Çünkü artık son dört, beş senedir Disk Jokey’ler gece hayatına yön veriyorlar. Yurt dışında sanatçılar, Disk Jokey’lerle birlikte bir çok projede yer alıyorlar . Onlar da Disk Jokey’lerin etkisini gördüler. Türkiye’ de de öyle.

Kimlerle çalışmak zor, isim verebilir misiniz?

Zor derken kimler daha çok titiz diyelim?

Valla işini bilenle çalışmak kolay. Diğer türlü arayıp ulaşamadığında, randevusuna geç geldiğinde vs.  çalışmak daha zorlaşıyor. İş disiplinini sevdiğim kişi örneğin; Demet Akalın var. Demet, işlerinde acayip titizdir. Bir projeye başladığımızda, “ne zaman bir şey çıkar?” diye sorduğunda, ben “haftaya Çarşamba ” dedim diyelim. Hemen çarşamba arar “ne oldu “diye. “mail geldi mi?.. “Gelmedi” dediğimde . Hemen o mail 5 dakika içinde bana ulaşır. İş takibi çok güçlü. Mesela, randevularına hayatta geç kalmaz, unutmaz vs… Yani iş disiplinini en sevdiğim Demet Akalındır.

DJ’lik mesleğine fütüristik bir bakış açısıyla baksak nasıl bir tablo çıkar karşımıza…Meselabundan Yüz yıl sonra da DJ’ler olacak mı hayatımızda?

Valla şimdi bile neredeyse olmayabilir duruma geliyor, yüz yıl sonrasını bilemiyorum . Bunu bilmek aslında çok da zor değil. İki yıl sonra hiç DJ olmadan bir sürü şey olabilir. Ama  bence  DJ, hep olmak zorunda ve olmalı. Çünkü işin içine duygu katıyor. Başında bir DJ olduğu sürece istediğin gibi yönlendirebiliyorsun geceyi ve o anı.  Bizler bütün gece boyunca müzikle bir hikaye yazıyoruz. Gece boyunca inişler, çıkışlar oluyor tek düze gitmiyor. Bir şey kurguluyoruz kafamızda o kurgu dahilinde ilerliyoruz. “DJ’siz bu olur mu?” “Evet olur.” Başında DJ olmadan yüz yıl sonra dijitalleştiğinde nasıl olur onu bilemiyorum.

]]>
http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/david-saboy/feed/ 0
DOKUZ BUÇUK http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/dokuz-bucuk/ http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/dokuz-bucuk/#respond Sun, 06 Jun 2021 20:53:55 +0000 http://bernakaya.com.tr/blog/?p=193
  • “Kendi ” kalabilmeyi başarmış, geçmişteki ismini yeni çizgisiyle bu güne taşıyan bir mekan DOKUZ BUÇUK
    • Mekanın hikayesine dair başka bilemediğimiz detaylar var mı? Sonuçta insanlar gibi mekanların da bir geçmişleri var…
    1.  1985 yılında Ahmet San’ın ortakları Murat-Celal İyriboz ,Alaattin Ulaş ve Mehmet Kamiloğlu’yla beraber yarattığı bir marka 9 ½. Bugün yaşı 40’ın üstünde olan ve yolu Çeşme’den geçen hemen herkesin bir hatırasının olduğu, yine Ahmet San’ın organize ettiği Uluslararası Çeşme Festivali’ne gelen LaToya Jackson’dan Modern Talking’e dönemin dünya yıldızı sanatçılarının uğrak yeri olan son yıllarında benim de ortağı olma ayrıcalığını yaşadığım Julio Iglesias’tan Gipsy Kings’e konserler verilen efsane bir mekan.
      -Müşteri profiliniz nasıl ? Sizi daha çok kimler tercih ediyor?

      40 Yaş ve üzeri. Ben 52 yaşındayım ve 6 yıldır yaz-kış Alaçatı’da yaşıyorum. Artık isteklerimi karşılayabilecek gitmekten keyif aldığım bir mekan bulmakta çok zorlandığımı fark ettim. Bu yüzden 9 ½ ismini 25 sene sonra dostlarım Uğur Acar ve Muharrem Öterbülbül ile birlikte sandıktan çıkartmaya karar verdik. Amacımız artık kaliteli mekan bulmakta zorlanan, çocuklarımızın gittiği mekanlara gitmek istemeyen ve o Alaçatı karmaşasında avaz avaz müzik çalan mekanlarda sıkış tepiş bulunmak istemeyen kendi jenerasyonumuza keyifli bir mekan yaratmaktı. Bu amaçla tarihi bir taş bahçede, ağaçlar ve çiçekler içinde, son derece romantik, keyifli, gelenlere kendini iyi hissettiren pozitif enerjili bir mekan yarattık.


    Yemek ve eğlence kültürünü bir üst boyutta taşımak isteyenler için DOKUZ BUÇUK bu yaz döneminin en iyilerinden. Peki, nedir sizi diğerlerinden farklı kılan?

    9 ½ ismi bana dayımın (Ahmet San) mirasıdır. Öncelikle bu markayı korumak ve hatta daha ileri taşımak ilk amacımızdır. Ticari amaçlar daha sonra gelir. Şu an ve bundan sonrasında ne yaparsak yapalım 9 ½ ismi altında yaptığımız her şeyi doğru yapmak ve markayı korumak zorundayız. Dayımın bana devrettiği bu bayrağı hakkıyla taşımak zorundayız. Ticari kaygılarla açılmış bir mekan değil 9 ½ . Biz mekanımızda insan adedi saymıyoruz, bizi kimin tercih ettiğine bakıyoruz.

    Biraz da menülerinizden ve de speciallerinizden söz eder misiniz? Hangi yemeklerde iddialısınız?

    Karmaşık, kafa karıştıran, ansiklopedik menülerden uzak durduk. Basit tuttuk menüyü. Özenti yabancı isimlere boğulmuyorsunuz menüyü okurken. Basit ve yalın. Yemekte şarap tercih edenlere de rakı tercih edenlere de makul fiyatta lezzeti sunan bir menümüz var. Keyfinizi de cüzdanınızı da bozmuyoruz. Alaçatı’da Alaçatı ruhunu yaşatmak istediğimizden otlu mezelerimiz mekana en çok yakışanlar bence.


    Müşterilerinizin beğendiği, en sevdiği, rağbet ettiği yemekler hangileri?

    Hepsi çok beğeniliyor ama ana yemek olarak en çok tercih edilenler dana kaburga ve kuzu incik. Başlangıç olarak da bresaola, burrata ve ızgara ahtapot çok tercih ediliyor.


    Mekanlar için müzik olmazsa olmaz konumunda. Mekanınızda ne tür müzikleri tercih ediyorsunuz? Müzik tarzınız nasıl?

    Yormuyoruz. Eski dostlarıyla buluşup sohbet etmek isteyenler için bir arkadaş kulübü 9 ½. Yemekten sonra barına geçip biraz Ajdaları biraz Sezenleri biraz eski 9 ½ ları biraz eski Şamdanları dinlerken kıpırdanıp sohbet edebileceğiniz bir kulüp.

    Sizce, iyi bir mekanın olmazsa olmazı nedir?

    Personel. Siz işletme sahibi olarak yatırımı yaparsınız, kararları alır prensipleri belirlersiniz. Aldığınız kararların belirlediğiniz prensiplerin uygulamasını da denetlersiniz ancak uygulamayı yapan ekibinizdir. İyi takım iyi oyunculardan, iyi orkestra iyi müzisyenlerden oluşur. Dünyanın en başarılı teknik direktörü de olsanız, dünyanın en ünlü maestrosu da olsanız kötü futbolcularla, kötü müzisyenlerle iyi bir şey yaratmanız mucizelere kalır. Mesleğinin en iyileriyle çalışmak ve onları mutlu etmek sizi başarıya götürecektir. Bir takım ticari matematik hesaplar yapıp vasat ve ucuz personel çalıştıran işletmeler vasat ve ucuz kalmaya mahkumdur.


    Günümüzde gece hayatı ne durumda ? Eskiyle kıyaslanırsa nasıl bir sonuç çıkarıyorsunuz? Bu alanda daha iyiye mi yoksa daha kötüye mi bir gidiş var?

    Bu bakış açısına göre değişir. Aşırı populerlik ve yoğun talep çok fazla eğlence mekanının açılmasına yol açtı. Bunlar içinde çok başarılı olanlar da olduğu gibi maalesef çok kötü işletmeler de var. Ancak bizde bir pazarcılık kültürü var. Biri bir şey yapıyor sonra herkes aynısını yapıyor. Benim Atatürk Lisesi’nden sınıf arkadaşlarım Şeref Seles ve Yankı Çilek 5 sene önce Şerefe Meyhaneyi açtıklarında Alaçatı’da hiç meyhane yoktu. Çok başarılı oldular ve işi bilsin bilmesin bunu gören herkes meyhane açmaya başladı. Bugün onlarca meyhane doldu Alaçatı’ya. Bu böyle olmamalı. Birbirinin aynı meyhaneler, aynı barlar, aynı beach clublar. Farklı özgün bir şeyler yaratmaya çalışanlar da özentiye kaçıyorlar. Alaçatı’ya beach club açıyorsun, palmiye, hurma dikiyorsun. Miami değil burası Alaçatı, zeytin ağacı dik.

    Son olarak Çeşme’ye tatile gelmek isteyenlere bir işletmeci gözüyle tavsiyeleriniz var mı?

    Dinlemek ve kafa dinlemek için Çeşme’ye geliyorsanız pek tavsiye etmem. Çeşme eğlence turizmiyle çarklarını döndüren bir kasabadır. Kısa ama yoğun sezonu denize girmek için gelenlere bile pek dingin alternatifler sunmaz. Ben Çeşme’ye gelmek istiyorum ama yorulmakta istemiyorum diyenlere Nisan-Mayıs ve Eylül-Ekim aylarını öneririm. Gezmek eğlenmek için gelenlere ise sınırsız alternatifler mevcut ama bütçenizin biraz zorlanacağından emin olmanız lazım.

                                                                             MURAT USLU

    ]]>
    http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/dokuz-bucuk/feed/ 0
    Dr.Çiğdem Karas http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/cigdem-karas/ http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/cigdem-karas/#respond Sun, 06 Jun 2021 20:27:49 +0000 http://bernakaya.com.tr/blog/?p=186 ” Bir bebeğin hayata onların eliyle tutunması.”  Bu çok özel bir durum.

    “Dört dörtlük” deriz ya işte öyle bir kadın Sevgili Dr. Çiğdem KARAS Mesleğindeki başarısı, enerjisi, neşesi, bilgisi, güzelliğiyle. Ayrıca mükemmel bir anne ve uyumlu bir eş… 
    Kadın hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Çiğdem KARAS’ la sizler için çok keyifli bir sohbet gerçekleştirdik 

    Kendinizden biraz bahsedermisiniz? Op.Dr.Çiğdem Karas  kimdir?

    -Önce iyi bir insan,iyi bir doktor olmaya çalışan, hasta ile empati kuran, kadınları kendi alanımda bilinçlendirmeye gayret gösteren biriyim. 

    1978 yılında Bursa’da doğdum, 1993 yılında TC. Başbakanlık Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü adına Bursa ili Gençlik Temsilcisi seçilerek,lisanslı sporcu olarak Bursa Belediye Spor takımında 6 yıl yüzdüm , çeşitli derecelerde madalyalar kazandım

    2000 yılın da Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi; Yüzme TakımKaptanı olarak yüzme kariyerine devam ettim.

    -2005 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim dalında uzmanlık ünvanını aldım. 2005 yılından beri Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı olarak görev yapmaktayım.

    Evliyim. Bir kız, bir oğlan, iki çocuk annesiyim.

    Uzmanlığınız ve özellikle alanınızda en çok zaman ayırdınız konular nelerdir?

    Kadın Hastalıkları ve Doğum branşının kapsadığı tüm alanlarda hizmet veriyorum. Gebelik öncesi dönem, gebelik ve doğum süreci, doğum sonrası adaptasyon ve emzirme, kısırlık, yardımcı üreme teknikleri, bunların dışında kalan kadın hastalıkları ve özellikle genital estetik konusunda hastalarımıza tam zamanlı destek vermeye çalışıyorum.

    Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı seçerken nelere dikkat etmelidir?

    Hastalarımızın ihtiyacı; doğru iletişim kurabileceği, empati gösteren bir doktorla doğru bilgiye ulaşarak tanı ve tedavi sürecinde kendisinin de dahil olması. Bizim işimiz insan ve güven üzerine. İlişkide, doktor-hasta güveni o kadar önemli ki, hastalarımız bize canlarını hiç tereddüt etmeden emanet ediyor. Bu nedenle hiçbir ilişki doktor-hasta ilişkisinin önüne geçmemeli. Hastalarıyla bu güveni doğru kurdukları kendilerini açıkça ifade edebildikleri, empati kurabilen doktor bence o hasta için doğru doktordur.

    Sezaryenin tercih edilme sebeplerinden biride normal doğumun vajinaya zarar vermesi korkusu.Peki zarar verir mi?

    Doğum fizyolojik bir süreçtir. Vücudun normal bir fonksiyonudur. Her fizyolojik olay gibi bu vücut işlerinde de bazen patolojik olaylar olabilir. İri doğumlarda, çok uzun süren, doğum travayında, zor doğumlarda, vakum gibi müdahaleli doğumlarda; idrar kesesi ve kalın bağırsağın anüsten önce ki son bölümünde sarkmalar olabilir. İdrar kaçırma ve gaz kaçırma, kabızlık sorunları yaşanabilir. Aynı zamanda rahimde sarkabilir ve hatta rahim dışarı çıkıp ele de gelebilir. Cinsel fonksiyonlar bu nedenle bozulabilir . Bu gibi durumlarda hem düzeltici ve destekleyici müdahaleler hem de estetik kaygıları ortadan giderecek cinsel fonksiyonları düzeltici operasyonlar yapılabilir.

    Sizce insan neslinin gelişimi açısından bir bebeğin dünyaya nasıl geldiği önemli mi?

    Doğumu; aileye, topluma yeni bir bireyin katılması, kadının anne olması açısından bir geçiş evresi olduğu yolculuk olarak görüyorum. Bebeğin rahimden dünyaya gelişi de bir yolculuk. Ama benim burada anlatmak istediğim tam olarak bir kadının anne olma yolculuğu. Doğum süreci (eğer bu süreçte bir sıkıntı yoksa) doğanın kadına öngördüğü şekilde işlediğinde, annelik için gereken güdüler ve duygular kendiliğinden başlıyor. Anne ve bebek arasında bu sürecin sonunda büyük bir aşk oluşuyor. Bu aşk sayesinde hormonları kadını anne yapıyor. Bebeğini besleme, koruma ve büyütmek için gerekli annelik hisleri başlıyor. Böylece sağlıklı ve doğru bir bağlanma süreci kendine güvenen güçlü nesiller yetiştirmek için de bir başlangıç oluşuyor.

    Sosyal Medya hakkında ne düşünüyorsunuz? Doktor seçiminde Sosyal Medya nasıl bir etki yaratıyor? 

    Sosyal medyayı seviyor ve kullanıyorum. Ancak yinede siz bir doktoru reklam kampanyası ya da ajans çalışmalarıyla ünlü doktor yapamazsınız. Doktorun ününü hastasının memnuniyeti ve hastanın sizi diğer hastalara referans göstermesi belirler.Sosyal medyada takipçim olmasını, insanların samimiyetimi ve doğallığımı anlamasına onların gönüllerine bir yerden değmeme bağlıyorum. Aynı zaman da onlarla doğru bilgiyi ulaştırma çabama da destek verdiklerini düşünüyorum.

    Kitap okumayı sever misiniz? Seviyorsanız hangi türler ilginizi çekiyor? En son hangi kitabı okudunuz? 

    Kitap okumak küçük yaşlarda edindiğim en sevdiğim alışkanlıklarımdan biri. ilkokul öğretmenim her ay kitap klubünden  en çok kitap okuyan öğrenciye bir hediye verirdi. Onun bu girişimci desteği ile hepimiz birer kitap kurdu olduk. Her türden kitap okumayı tercih ediyorum. Mesleğim ile ilgili gelişmeleri genellikle makalelerden takip ediyorum. En son okuduğum kitap Haruki Murakami’nin ‘Sputnik Sevgilim’ ve İrvin Yalom’un ‘Din ve Psikiyatri’.

    İş dışında neler yapmayı seviyorsunuz? Nasıl dinleniyor sunuz? 

    Mesleğimizin getirdiği çok yoğun bir çalışma temposu olduğu için fırsat bulduğumuz her anı eşim ve çocuklarımla değerlendirmeye çalışıyorum. Eşim bir motor tutkunu olduğu için bu zevki bana da aşıladı ve hafta sonları motorla yeni yerler keşfetmek favorimiz oldu. Küçük tatiller de yurtdışına çıkıp güzel bir kafe de kahve eşliğinde güzel sohbetler yaparak yorgunluğu atmaya çalışıyoruz . Bir de spor tabi, hayatımızın vazgeçilmezi. Spor bir yaşam tarzı, bu tarza da dansı ekleyerek arada eğleniyoruz.

     Tarzını sevdiğiniz modacılar kimlerdir? Siz kimleri tercih ediyor sunuz? 

    Stella McCartney, Alexander Wang, Ralph Lauren, Helmut Lang, Beymen Academia, Alice+Olivia ve son zamanlarda Pinko en sevdiğim ve tercih ettiğim markalar. 

    Televizyon izler misiniz? Takip ettiğiniz tv programları var mı?

    Televizyon neredeyse hiç izlemiyor desem yeridir. Daha çok akşam yemeklerin de haber programlarını seyrediyoruz. Netflixdizilerini severek izliyorum, en son ‘Narcos’ dizisini izledim. Bir de Game of Thrones dizisinin yeni sezonunu heyecanla bekliyorum.

    Son olarak mutlu bir hayatın Sırları sizce neler? 

    Şükretmeyle başlıyor bence herşey. Sahip olduklarınla yetinmek, üretmek, öğretmek, yardım etmek, yalandan değil içten gülümsemek, her türlü işi yaparken kendine inanmak ve bunu başarmak için gerekli gücü içinde hissetmek ve tabi ki sevginin gücüne inanmak.


    ]]>
    http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/cigdem-karas/feed/ 0
    Kutay Ürkmem http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/kutay-urkmem/ http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/kutay-urkmem/#respond Sun, 06 Jun 2021 20:10:48 +0000 http://bernakaya.com.tr/blog/?p=179 Ne haliniz varsa gülün! Dedik …

    Okurlarımız için sizi biraz tanıyabilir miyiz? 

    Elbette,1972 Ankara doğumluyum. Ancak ben henüz 1 yaşımdayken ailem İzmir Karşıyaka’ya taşınmış. Bu sebeple kendimi bildim bileli İzmir’liyim diyebilirim. 1994 yılında Hacettepe Üniversitesi Psikoloji bölümünden mezun oldum. Uzun yıllar Koç Holding bünyesinde yönetici olarak çalıştıktan sonra, iş hayatımda beni daha mutlu edecek bir şeyler olduğunu fark edip, hayallerimin peşine düştüm. Şu anda, İzmir’de serbest psikolog olarak çalışıyorum. Son 6 yıl içerisinde danışanlarımla 1.000’den fazla terapi görüşmesi yaptım ve insanlara bu alanda yardımcı olabilmenin beni çok mutlu ettiğini fark ettim. İşletmekte olduğum bir anaokulunun yanı sıra, sahibi olduğum AKADEMİ 35 Eğitim & Danışmanlık isimli firmamın çatısı altında da, yurt içinde ve yurt dışında çeşitli şirketlere eğitimler veriyorum. Bunlar içerisinde en çok rağbet gören başlık ise, bu güne dek 513  sunumda toplamda 58.000 katılımcı ile paylaşma şansı bulduğum “Gülümsemenin Büyüsü” isimli farkındalık/motivasyon seminerim. “Gülümsemenin Büyüsü” son olarak Hollanda’da, Hollanda Türk Kadınlar Derneği’nin misafiri oldu, ocak ayında.

    Peki, Gülmenin bir Sınırı vardır hep, dikkat edelim mi yoksa “Ne haliniz varsa Gülün mü diyorsunuz? 

    Aslında her şeyin olduğu gibi gülmenin de bir yeri ve zamanı var elbette. Hatta doğru zaman ve doğru zeminde olmadığı taktirde, gülmek sizi sor duruma düşürüp, eleştirilmenize de yol açabilir. Özetle; “Ne haliniz varsa Gülün” diyorum. Ancak yeri ve zamanını doğru tayin etmek kaydı ile. J

    -En son neye güldünüz? 

    En son, geçtiğimiz günlerde TRT Radyo’da, bir canlı yayında biraraya geldiğimiz sevgili dostum Hakan Urgancı ve Gözde Kutval ile bol bol gülme şansımız oldu. 


    Erkekler ve Kadınlar farklı şeylere mi Gülerler …

    Aslında böyle bir ayrım yapmak pek mümkün değil. Nelere güldüğümüz cinsiyetimizden çok, mizah anlayışımız ve hayata bakış açımızla alakalı. Ama kadınların bu konuda biz erkeklere göre çok daha başarılı olduklarını söyleyebilirim.

    Ruh sağlığımızı korumamız için Önerileriniz neler? 

    Sık ve çok gülün. Zeki insanların saygısını ve çocukların sevgisini kazanın. Dürüst eleştirilerin takdirine layık olup, kıskanılacak her güzelliği takdir edebilecek olgunluğa ve en önemlisi, yanlış arkadaşların ihanetine katlanabilecek kudrete sahip olun.

    Siz kendinize nasıl alanlar yaratıyorsunuz rahatlamak için? 

    Öncelikle işe, hayatımda gereksiz yer işgal ettiğini fark ettiğim insanları temizlemekle başladım. Hayata bir kere geliyoruz ve sizi üzen ne varsa, keyfinizi kaçıran her kimse, en kısa zamanda hayatınızdan çıkardığınızda kendinizi çok daha iyi hissediyorsunuz. Çünkü unutmayalım ki; saçlarımız gibi, seyreldikçe, kıymetleniyor dostlarımız.


    Mutlu Olmayı nasıl tanımlarsınız? 

    Mutluluğa bakarken temel hatanın süreç yerine sonuca odaklanmamızdan kaynaklandığını görüyoruz. Ya çok geçmişte kalmış mutlu anlarımızı hatırlamaya çalışıyor, ya da gelecekte bir yere konumlandırıyoruz mutlu olmayı. Ya çocukluk anılarımıza, ya da gelecek beklentilerimize saklıyoruz onu. Oysa mutluluk ne gelecekte ne de geçmiştedir, mutluluk şu andadır. Mutluluk bir sonuç değil, bir süreçtir. Mutluluğu aramak, tasarlamak, kovalamak ve gelecekten beklemek yerine şu anda yaşamayı tercih ettiğinizde, gerçek mutlulukla tanışmış oluyorsunuz.


    Mutlu insanın hayatında hep olumlu şeyler mi olması gerekiyor? 

    Günümüzde yapılan araştırmalarda, biz insanlar tarafında en çok aranan şeyin mutluluk olduğu konusunda bir görüş birliğine sahibiz. Aynı zamanda mutsuzluk hepimize çok korkunç geliyor ve mutsuz olmak çok kötü bir durummuş gibi algılanıyor. Oysa hem mutluluk hem de mutsuzluk hayatın bir gerçeği. Hayatta sürekli mutlu olamayacağınız gibi sürekli mutsuz da olamayız. Bir insanın hayatında hep olumlu şeylerin var olması, mutluluğu değil, tatminsizliği getirir ancak.

    Üzüntüler Mutluluğu gölgeleyebilir mi? 

    Elbette. Hayatta her şey biz insanlar içindir. Ama unutmayalım ki gölgenin var olması ancak ışığın var olması ile mümkündür. Işık var ise gölgelerin bir gün mutlaka yok olacakları da unutulmamalıdır.


    İnsanların sorunlarla başa çıkamamalarının nedeni nedir sizce? 

    Başa çıkma, bireyin kendisi için stres ya da çatışma oluşturan olay ya da etkenlere karşı direnmesi ve bu durumlara karşı dayanma amacıyla gösterdiği bilişsel, duygusal ve davranışsal tepkilerin tümüdür. Duygusal davranmakla makul olanı yapmak arasındaki sınırın zorlandığı durumlarda ise, sorunlarla başa çıkmak oldukça zorlaşır.



    Mutluluğun geri bildirimi minik bir “öpücük” mü yoksa “gülücük” mü?

    Her ikisi de çok kıymetli birer geri bildirim elbette. Ancak benim temennim, geri bildiriminizi “İçten Bir Gülücük” eşliğinde “Kocaman Bir Öpücük” ‘le yapacak kadar çok mutlu olmanız… ☺

    ]]>
    http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/kutay-urkmem/feed/ 0
    Sinan Can http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/sinan-can/ http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/sinan-can/#respond Sun, 06 Jun 2021 19:27:42 +0000 http://bernakaya.com.tr/blog/?p=173 Başarı öyküleri öyle kolay yazılmıyor. Çok calışmak, inanmak ve doğru adımlar atmak gerekiyor. İzmir de Türkiye’ nin en büyük aracı kurumlarından birini yöneten Can grup yönetim kurulu başkanı Sinan Can’ la işe hayat ve hobilerine dair keyifli bir sohbet yaptık.

    Okurlarımıza sizi biraz daha yakından tanıtmak istiyoruz. Kariyerinize başlangıç noktanızla yükseldiğiniz nokta farklı; biraz bahseder misiniz?

    Öncelikle ailemden bahsetmek isterim; klasik olacak ama çok mutlu bir aile yaşantımız vardı. Babam tıp dokturu annem ise öğretmendi. Ailem bana ve kardeşime her zaman destek oldu. Bugünkü başarılarımızda onların bizi yetiştirme şekli göz ardı edilemez. Ben Izmir’de büyüdüm. Ilköğretim ve lise sonrası üniversite sınavının ilk aşamasında Türkiye de  derece yapınca bütün hocalarım ve çevremin yönlendirmesi sonucu Istanbul Tıp fakültesine gittim. Üniversite hayatımın ilk yılları İstanbul ‘da geçti. Ancak doktorlugun bana göre olmadığını üçüncü sınıfta fark edip okulu bıraktım. Esasında belki de ismimden dolayı hep mimar olmak istemiştim fakat sonra ailemin de çiftliklerinin olması dolayısıyla Ziraat Mühendisliği Tarım Ekonomisi bölümüne geçiş yaptım. Okulun bitmesiyle birlikte aile şirketlerinde çalışmaya başladım fakat kendi ideallerimin pesinden gitme dürtüsü beni önce başka işler yapmaya daha sonra da 2002 yılında kardeşim Okan’la birlikte sigorta şirketi kurmaya yönlendirdi. Bu yıllar benim için çok özeldir. Çünkü  hem yeni bir iş kurmuş hem de her daim desteğini hissetiğim eşim Iklame ile tanıştım. Evlendik, Ikizlerimiz Kaya ve  Sarp dünyaya geldi. Sürekli seyahatlere çıkıp yoğun tempoda çalışsam da aileme yeterli zaman ayırmaya özen gösteriyorum. 
    Çok ilginç bir hayatınız var. Sizin hayatınız aslında neyi anlatıyor? Genç jenerasyon, sizin hayatınızdan nasıl bir mesaj çıkarmalı sizce?
    Ben yapım gereği adrenalin veren şeyleri seviyorum. Gençler öncelikle bence ilk başta sabır göstermeyi bilmeleri gerekiyor iş esasında uzun dönemli bir birikim. İlişkileriniz, sosyal çevreniz, eğitiminiz, emeğinizin bir bütünü.
    Sigorta alanında çalışmaya sizi birtakım olaylar mı itti yoksa siz mi bu alanda olmayı seçtiniz?

    Kardeşim Okan Can, Bilkent Üniversitesi’nde İç Mimarlık okumuştu. O’na İzmir’ de kendi mesleği ile ilgili bir yer açmak istiyorduk. 2002 ekonomik krizin etkilerinin devam ettiği bir yıldı ve biz de risk alıp tesadüf eseri sigortacılığa ilk adımı atmaya karar verdik. Tabii bu güzel tesadüfün ismi; şuan bir sigorta şirketinde üst düzey yönetici olan sevgili arkadaşım Tevfik’ti. Tevfik ile Alsancak ‘ta eski Lafoli Restaurant’ta yemeğe gitmiştik. O dönemde de arkadaşım çalıştığı şirketten ayrılmış, yeni bir sigorta sigorta şirketine girmek üzereydi. Kendisi sektör hakkin da bir şeyler anlattıkça, benim de aklıma “biz bu işte olmalıyız” fikri oturmaya başlamıştı. Tevfik de ben de bu işte başarılı olacağımıza inanıyorduk. Sektör ile ilgili çok uzun araştırmalar yaptık, yaklaşık altı aylık hazırlık safhasından sonra kardeşimi de kandırarak 2002 yılının Ağustos ayında işe başladık. 
    Yüksek heyecanları çok seviyor olmalısınız ki motosiklet tutkunuzun güçlü olduğunu biliyoruz. Motosiklet tutkusu nereden geliyor? Eminiz ilginç bir öyküsü vardır bunun? 

    Son zamanlarda ise motosiklet kullanmak benim için vazgeçilmez bir tutku oldu. Uzun seyahatlerden döner dönmez ilk işim motosiklete binmek oluyor. Motosiklet tabii ki benim hayatımda önemli bir yer tutuyor.  Bu tutkum benim kişiliğimin bir yansıması, söylediğim gibi hiperaktif ve risk almayı seven bir yapım var. Galiba biraz adrenalin bağımlısıyım ama bunu yaparken her türlü tedbirini alan gerekli eğitimlerimi aksatmadan tutkumu yaşayan birisiyim. Motoro başlama maceram bir arkadaşımın sayesinde oldu.  Arkadaşım beden habersiz organize etmesi hatta haberim olmadan motoru benim adıma sipariş vermesiyle başladı. 
    Motosikletinizle gezmediğiniz zamanlarda iş dışında neler yapar, kafanızı nasıl boşaltırsınız?

    Ailem ve çocuklar her zaman birinci önceliğim, tabii kendime vakit ayırmak da benim için çok önemli. Küçüklüğümden beri okumayı çok seven biriyim. Kitap benim için büyük bir tutku, Tarih ve Felsefe her zaman ilgimi çeker. Bu arada koleksiyon merakım da var, örneğin; çizgi roman, oyuncak araba ve maket gemi koleksiyonum var. Çok sevdiğim fakat uzundur zamandır yoğunluktan dolayı ara verdiğim bir hobim  yelken de bana çok iyi gelir. Biraz sürat merakım var.  Arabayı hızlı kullanıyorum ve bu konuda çok eleştiri alıyorum.  Tabii ki bir de lezzetli yemekler, yeni tatları keşfetmek bana büyük bir keyif veriyor. 
    Sigorta alanında toplum olarak hangi noktadayız? Batı ile kıyas yapacak olursak durum nasıl görünüyor? 

    Sigortacılık sektörümüzü Türkiye’ nin genel görünümden ayırmamak lazım, gelişmekte olan bir sektör bizim için avantajlarından birisi büyüme oranlarının yurt dışına nazaran daha yüksek olması ama daha sigortalanma bilinci açısından daha almamız gereken bayağı bir yol var tabii ki. Ama sektörde faaliyet gösteren şirketlerin alt yapı, hizmet, bilgi açısından batılı örneklerinden daha geri olduğunu söylemek doğru olmaz.  
    Can Grubun ticari faaliyetlerini biraz daha açar mısınız? Sigortacılığın dışında ne gibi iştigal alanlarınız var?

    Can grup esasında sadece sigorta şirketimizi ve oradaki işlerimizi temsil eden bir marka, ama sigortacılık dışında inşaat, Tarım, teknoloji konularında da faaliyetlerimiz var. 
    Sosyal medyada durumunuz ne? Faal misiniz yoksa geriden mi takip ediyorsunuz?

    Sosyal medyayı kullanıyorum ve keyif de alıyorum ama sadece ınstagram ve facebook kullanıcısıyım.

     İş hayatında başarılı olmak otomatik olarak özel hayatta da başarıyı getiriyor mu sizce; arada nasıl bir bağ var? Yoksa alakasız iki alandan mı bahsediyoruz?

    Bu bence kişiye ve faliyet gösterdiğiniz alana göre değişebilir, benim için ise birbirinden ayrı değiller galiba.
    Aynı zamanda sosyal sorumluluk projelerinde de sizi görüyoruz. Bu tarz projelere bakışınız nedir? Ayrıca hangi sosyal sorumluluk projelerinin içindesiniz, biraz bahseder misiniz?
    Benim için şu felsefe geçerli insalar ilk başta kendileri için çalışırlar, daha sonra şirketleri için çalışmaya başlarlar, daha sonra bu aşamaları geçtikten sonra insanlık icin de çalışmaya başlamak lazımdır. Bu bir bakıma kazandıklarınız toplumla, insanlıkla paylaşmak demektir. Burada kast ettiğim sadece maddi kazanımlar değildir, yıllardır hayat ile ilgili birikimlerimiz, tecrübelerimiz, eğitimlerimizdir. Bu kazanımlarımızın bütününü paylaşmanın bir görev olduğuna inanıyorum. O yüzden elimden geldiğince vakit ayırmaya ve emek vermeye çalışıyorum.

    ]]>
    http://bernakaya.com.tr/blog/2021/06/06/sinan-can/feed/ 0